Tamam o hâl’de her şeye baştan başlayalım…
Biz kolektif bilinç olarak hiçbir zaman üst seviye bir toplum olamayacağız. Siz bana karamsar diyebilirsiniz ama ben kendimi gerçekçi olarak nitelendiriyorum. Böyle düşünmemin birçok sebebi var. En önemli sebep bu bilincin oturması için öncelikle, en alt tabakada verilen eğitimin belirli bir seviyeye çıkarılması gerektiğidir. Özel okulların kol gezdiği, devlet okullarında öğretmenin kalmadığı bir ülkede eğitimi nasıl bir seviye yukarı çıkarmayı düşünüyoruz. Eğitim dediysem öyle kitap açın okuyun ya da başka kaynakları da araştırın falan değil, bahsettiğim şey tamamen toplumsal konular…
Bir kadının yanında nasıl konuşulur, yemek nasıl yenilir, nasıl oturulur, bir insan sözü kesilmeden nasıl dinlenir vesaire… Hadi diyelim ki başardık bunu ve eğitim seviyesi bahsetmiş olduğum konular da (ki bir sürü konu var yazmadığım) dahil olmak üzere belirli bir noktaya geldi.
Bunun devamında eğitimi verdiğiniz kişilerin aldıkları eğitimi göstermeleri ve kendilerini geliştirmeleri için bir iş koluna yerleşmeleri ve toplumsal fayda üretmeleri gerekiyor. Peki bu herkesin bir yere tanıdığını soktuğu, vasıfsızlığın zirve olduğu ülkede bu insanlara kim iş verecek. Diyelim ki muhteşem bir siyasetçi topluluğu oluştu 🙂 ve yasa çıkardılar. Dediler ki devlet kadrolarında işe alım süreçlerinde akraba eş dost olayı ülke çapında yasaklandı. Bitti mi sanıyorsunuz elbette hayır, kolektif bilincin oluşması uzun seneler ve inanılmaz bir çaba gerektiriyor.
Peki bu hemen her şey olsun isteyen Ortadoğu ülkesinde kimin bu kadar sabrı var. Herkesin kısa yoldan zengin, ünlü ve popüler olmak istediği, insanların değerinin takipçi sayısıyla ya da gündemde kalma süresiyle ölçüldüğü bu garip coğrafyadaki ahlâki enkazı nasıl kaldıracağız. Okulda bunu öğretemezler çünkü günün sonunda eve dönüyoruz.
Hemen hemen her davranışımıza karışan ailelerimiz, bize Dünya’ya gözümüzü açtığımız andan itibaren atalarından miras kalan ahlâki bilgileri pompalayıp duruyor. Bu bilgiler, kafamızda çocuk yaşta bir şablon oluşmasına ve o şablonlara göre her şeyi sınıflamamıza sebep oluyor. O şablonları kırmamız için de çok çok cesur adımlar atmamız gerekiyor.
Para bulunur, kaynak yaratılır ve mesleğinde en iyi olan kişiler ülkeye getirilir ama konu döner dolaşır toplumsal kodlarda tıkanır kalır. Tam her şeyi yapmışsındır demişsindir ki biz göremeyeceğiz ama torunlarımız harika bir mirasla yaşayacaklar. Sonra mesela 5000 uçuşu başarıyla tamamlamış ateist bir pilot, çok kötü bir havada uçuş gerçekleştirir ve kullandığı uçak düşer. Bu olay pusuda bekleyen kişilerce haberlere şöyle yansıtılır. ATEİST pilotun kullandığı uçak düştü ve halk haberi şöyle yorumlar imansız olduğu için düşmüştür. Pilotun başarılı yaptığı uçuşu bir anda sileriz…
Ya da
Yine tam her şey planlandığı gibi tıkır tıkır işliyordur. Birisi ailevi sorunları ya da gerçekten deli olduğu için cinnet geçirir ve toplumsal bir felakete sebep olur. Yine haberlerde konu döner dolaşır değişmek isteyen Türkiye’nin yanlış yolda olduğuna bağlanır… Her şeyi uçlarda yaşamak gibi, kötüden beslenmek gibi en hafif tabirle iğrenç huylarımız var. Değişmek kötü bir şey değildir hatta hayattaki en önemli olguların başında gelmektedir.
Elimizde 2-3 yıl daha kullanabileceğimiz telefonumuz olmasına rağmen yeni model çıktığında bunu almalıyım hemen değiştirmeliyim diyoruz ama kendimize aynada bakıp bu huyumu törpülemeliyim ya da bu yönümü geliştirmeliyim diyemiyoruz. İşte bizim bütün çaresizliğimiz ve bütün yetersizliğimiz bundan…
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde ‘dayan’ diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun oğlum…
Tamam o hâl’de bu yazının sonuna gelebildiysen sana soruyorum. Bildiğini sandığın her şeyi unutmaya ve sıfırdan öğrenmeye yeterince cesaretin var mı?