Ölümden sonra yaşam var mı Anne? 04.07.2020 tarihinde vefat ettiğinden beri bu sorunun cevabını düşünüyorum ve aradan tam 1 yıl geçti. Hala bir cevap bulabilmiş değilim. Ömrümün sonuna kadar bu cevabı bulamayacağımdan da eminim. Peki soruyu sormaktan vaz mı geçeceğim. Elbette hayır, bazı şeyleri bilmemeli insan ama yine de büyük bir umutla beni duyduğunu ve bu yazdıklarımı gördüğünü varsayarak hayatımla ve genel manada hayata karşı bakış açımdaki değişimle ilgili sana bir şeyler yazmak istedim.
İlk 3 Ay: Neden Şimdi? Neden Bu Şekilde Peki?
Ölümünden sonra gelen ilk 3 ay kendime sürekli yukarıdaki soruları sordum. Boş kaldığım anlarda değil yalnızca, arkadaşlarımın yanında, işyerinde çalışırken, eve bir şeyler alırken yani her durumda ve olabilecek her anda. Neden şimdiydi ve neden bu şekildeydi. Yani benim güzel annem kendime epey bir eziyet ettim, acı çektirdim isteyerek evet bilerek yaptım bunu çünkü her canlı gibi bende kendimi suçlama gereği hissettim. Her şeyi değiştirecek gücüm olmamasına rağmen suçladım kendimi, çünkü anne kabul edemedim. Bir yanlışlık olmalıydı ama yoktu. Sonuçta insanın annesi nasıl ölebilirdi ki? Ben hiç bu durumu aklıma getirmemiştim en azından önümüzdeki 5 yıl için ama başıma yine hiç beklemediğim bir anda gelmişti. İsyan etmedim ama bu kadar üzülmeyi hak edecek ne yaptım diye sordum kendi kendime defalarca ve bu sorunun cevabını hemen buldum anne çünkü seni her şeyden çok seviyordum. Bu yüzdendir ki üzülmeyi hak ediyordum ki insan üzülecekse bile bunu hak etmeli bunu anladım…
İkinci 3 Ay: Uzaklaşma
Bir yakınımızı kaybettiğimizde çevremizde bizi gerçekten düşünende bu durumdan dedikodu çıkarmak isteyende oluyor. Bildiğin gibi ben çok konuşuyorum ve oldukça kaba biriyim. İkinci 3 ay genel olarak insanları uzaktan izleyerek ve hem kendi huylarımı hem de onların huylarını gözlemleyerek geçti. Normalde bunu zaten yapan birisiyim ama senin ölümünden sonra beni, seni tanıyan herkese yaptım bunu hiç kimseyi ayırt etmeden. Bana seninle ve benimle ilgili soru soran tanıdıklarımın birçoğu benim sert sözlerimi ve kaba davranışlarımı hak etmedi. Ama bazıları da sonuna kadar hak etti. Haksız yere kalbini kırdıklarımdan özür dilerken, haklı olarak kırdıklarım için pişmanlık duymuyorum. Çok konuşma huyumu düzeltmem için araştırmalarıma ve okumalarıma devam ediyorum. Ancak bazı huyların vücuttan atılması için uzun zaman gerekiyor. Umarım tedaviye olumlu karşılık veririm. Kaba biri olma durumum ise gördüğüm doğruyu kestirmeden söylediğim için pek mümkün görünmüyor. Sevgili hocamız Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi “Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçelim?”
Üçüncü 3 Ay: Duygu Kaybı, Gerçek Olmayandan Tiksinme
Yedinci ayın şafağında bazı hislerimi kaybettiğimi fark ettim. Ömrünün büyük bir bölümünü benim sağlık sorunlarımla ilgilenmekle geçiren sen artık yoktun ve senelerdir var olan reflüm yine tavan yapmıştı. Bunların yanına bir de hiç yaşamadığım uykudan uyandıran baş ağrısı durumları eklendi. Belli ki vücudum hasar aldı ama bu darbeye bağlı bir hasar değildi. Güzel annem, içeride bir şeyler öldü bunu hissedebiliyorum. İçeride ölmüş olanın dışa vurumu olarak saçlarımın inanılmaz şekilde beyazlaması da bunun kanıtı sanırım. Ebeveynin ölümünden sonra, evlat olan kişinin ölümle arasında kimse kalmaması duygusu diye bir duygu varmış okuduğum bir kitapta yazıyordu.
Bu süreçte kazandığım ve hayatımın sonuna kadar taşıyacağım tek duygu belki de artık budur. Bu durumun yanısıra gerçek olmayan her şeyden tiksinmeye başladım. Eskiden tiksinmek yerine umursamamayı tercih ediyordum ama hayat umursama boşver dediğim ne varsa hepsini önüme en güzel servis tabağıyla getirdi. Sadece telefonda bulunan uygulamalardan değil, plastik çiçeklerden, öylesine yapılan bir sonuca varmayan tartışma ve sohbetlerden, ne olduğu belli olmayan sinema filmlerinden, batıl inançlardan, körü körüne sevgiden, masallardan…
Dördüncü 3 Ay: Armağan
Ölümünün 1. yılına yaklaşırken senin bu hayatta yaptıklarını ve yapamadıklarını düşündüm. Sen çoğu insana nasip olmayacak şeyleri görme şansına sahiptin. Çocuklarını büyüttün, okuttun, askerliklerini bitirdiklerini, iş güç sahibi olduklarını gördün. Şöyle bir etrafa baktığımda bunları göremeyen o kadar çok insan var ki, elbette senin gördüklerinden fazlasını görenler de var ama ben iyimser bir tavır sergilemeye karar verdim. Ne kadar geç ölürsek ölelim her zaman bir şeyler yarım kalacak.
Hayatın özü yarım kalmışlıktır aslında. Bu sebeple anneciğim, Allah’ın bana verdiği bu hayata, bu nimetlere ve başıma getirdiği kötü olarak algıladığım tüm olumsuzluklara şükrediyorum. Çünkü hayat hepimize verilen bir armağandır ve bu armağanın hakkını verme sorumluluğu bizlere aittir. Olur da bu yaşımdan sonra sürekli çok sıkıntılı süreçler yaşarsam da yine şükredeceğim.
Bu şükrün sebebi benden daha kötü durumda olan insanları gördüğüm için olmayacak, şükrümün sebebi bu Dünya’ya şahitlik etmem, bir çocuğa şeker vermem ya da buz gibi soguk suyu kanakana içmem olacak. Ne zaman öleceğimi bilmiyorum anne ancak son nefesimi verirken şunu söylemek için elimden geleni yapacağım. “Ben bu hayat sofrasından tok kalktım. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım ama başardım ama başaramadım. Şükürler olsun Allah’ım.”
Sana verdiğim sözleri ve kendime verdiğim sözleri büyük bir gizlilik ile yerine getirmeye çalışıyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşımın insanlara yardım ederken kendini ihmal ediyorsun demesi üzerine bazen yorulduğumu hissedip bir sahilde tek başıma oturuyorum. Bir bardak çay içip kalkıp kaldığım yerden devam ediyorum.
Beni merak etme anne ben iyiyim. Seni her şeyden çok seven oğlun…
Şu Dünyanın ötesine
Vardım diyen yalan söyler
Baştan başa safasını
Sürdüm diyen yalan söylerArk kazarlar argın argın
Felek çevirmekte çarkın
Bu Dünyada mal ve mülküm
Vardır diyen yalan söylerKuru ağaçta olur gazel
Kendi okur kendi yazar
Ahdi bütün hüsnü güzel
Vardır diyen yalan söylerŞah Hatayi’m der varılmaz
Varılırsa da gelinmez
Rehbersiz hiç yol bulunmaz
Buldum diyen yalan söyler